Kaynak: https://alternatiftarih.com/
İmâlât-ı Harbîye, ‘Devlet-i Âlîye’ye savaş teçhizâtı üretmesi amacıyla kurulan bir endüstriydi… Burada çalışan binlerce işçi; ‘Zeytinburnu, Tophâne, Kırkağaç ve Bakırköy’de, son derece zorlu şartlar altında, ordunun ihtiyaçlarını gidermek için çalışıyordu. ‘Tophâne Fabrikaları’ olarak da bilinen bu grup, Osmanlı Devleti’nin tüm silah ve mühimmâtını üretmekle görevliydi.
16 Mart 1920 târihinde, ‘İngiliz, Fransız ve İtalyan Yüksek Komiserleri’, ‘Sadrâzâm Sâlih Paşa’ya; saat 10’dan îtibâren ‘Dersaâdet’i işgâl edeceklerini bildirmişlerdi. İngiliz ve Fransızların işgâldeki amacı, çoktan anlaşılmıştı… Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan askerî fabrikaların hepsi, İngiliz silah şirketleri tarafından ele geçirilmek isteniyordu.
Îmâlât-ı Harbîye’nin Zorlu Öyküsü
Millî Mücâdele esnâsında, Anadolu’da I. Dünyâ Savaşı’ndan kaynaklı kayıplar, savaşı tâkiben süren göçler vs. nedenlere dayalı olarak; tâmirci, sobacı vb. en basit el işçilerinin dâhi tedâriği, önemli bir meseleydi. Hâlbuki bu şartlar muvâzenesinde, Anadolu, hiç yoktan bir ordu yaratmak ve savaş araç gereçleri ile mühimmât malzemesi için imâlathâne ve bakım tesisleri kurmak zorundaydı! Çünkü mütâreke ile birlikte, ‘Fevzî Paşa’nın Harbîye Nazırlığı esnâsında, düşmana; ‘en az iki yüz bin piyâde silahının mekanizmaları ile topların kamalarının’ teslim edilmesi, mütâreke şartlarının başlıcalarındandı…
Düşman, büyük cephâne stoklarına, çoktan el koymuştu. Kıyıda köşede, elde kalan toplar ile mermileri de birbirine uydurmak, büyük bir meseleydi! ‘Ordu Makine ve Tâmir Sanâyî’, ‘Îmâlât-ı Harbîye Mektebi’ isimli askerî sânayî okulu elemanlarıyla Îmâlât-ı Harbîye fabrikalarının, çok genç yaşlarda alıp yetiştirdiği işçi ve ustalarla besleniyordu. Bu kurumlar, tam anlamıyla birer ‘ocak’tı… Kendisine özgü terbiyesi, havası ve gelenekleri olan bir ocak! Yetişkin elemanlarının bir kısmı askerî rütbeli, bir kısmı ise sivil olmakla birlikte, kıdeme ve sanat bilgisine dayanan bir hiyerarşi içinde, dereceler de verilirdi.
Ahmet Akar’ın Hâtırâtından; Îmâlât-ı Harbîye
‘Ahmet Akar’, işte bu ustalardan biriydi… Çıraklıktan yetişmişti. Millî Mücâdele’nin en ateşli günlerinde; ‘Eskişehir’e, Ankara’ya, Adapazarı’na ve her taşındığı yere, takımlarını, tezgâhlarını da taşıyıp her gittiği yerde, bunları harekete geçiren; Îmâlât-ı Harbîye ustalarından biriydi. 1954 yılında yayınlanan; ‘Makine ve Kimyâ Kurumu Dergisi’, hazırlanan makâlede, Akar’ın hâtırâlarına yer vermişti…
Ahmet Akar, Millî Mücâdele başlarken, ‘Eskişehir Demiryolu Atölyesi’nde çalışıyordu. Olayları şu şekilde aktarmıştı; “Millî Mücâdele başlamıştı. Kamasız toplar vardı… Bunlara kamalar yapılacaktı. Fakat kama yapabilmek için demiryolu atölyesinde; ne malzeme ne de bu iş için tesisler vardı. Derken, iki Îmâlât-ı Harbîye subayı da işe katıldı… Torbalarından işçi gömleklerini çıkarıp bu işler için pek de uygun olmayan şahmerdânın başına geçtiler. Atölyedeki Rum ve Ermenî işçiler, bunlarla alay ediyordu. Akla gelmez zorluklarla savaştılar… Sonunda, 10,5-22 çapında ilk kama yapılmıştı. Kama topa takıldı ve kırda, tecrübe atışı yapılacaktı. Yapıldı da… 10,5’luk top, ovaları inletti!”
Akar, gözyaşları içerisinde anlatmaya devâm ediyordu; “Sonra, işler daha da geliştirilsin diye serî üretime geçildi. ‘7,5’luk Krupp Cebel’, ‘7,7’lik Erhard Cebel’ toplarının kamaları meydana çıktı… Biten her kamanın üstüne, bitiş târihi ile ‘Eskişehir’ markasını vururken, çok mutluyduk! Düşündük ki; bunların her biri, hemen yarın bir ölü topu harekete geçirecekti… Arada, İstanbul’dan daha başka; Îmâlât-ı Harbîyeciler de geliyordu. Fakat onlardan istenen hizmet de artıyordu… Kama ve nişangâhlarda, yeni sonuçlar alınıyor; sonra da sıra, 15-17 santimlik top kamalarına geliyordu. İlk atışlar, Karacaşehir yönündeki dağlara yapılıyordu. Gürleyen topların sedâları, bütün yorgunluklarımızı unutturdu…”
Düşünün ki; yokluk sözcüğünün bile tanımlamaya yetmediği bir imkânsızlığın tam ortasında, tükenmiş gözüyle bakılıp yıkılmaya lâyık görülen bir milletin fertleri, ‘dünyânın efendisi’ olarak görülen ülke ve hizmetkârı devletlere karşı kafa tutsun ve başarsın! Çok mu hayâl ürünü geldi? İşte gerçeğin ta kendisi olan Millî Mücâdele, tam da bunu ifâde ediyordu! Damarlarınızda akan kanın, umutla coşkun bir biçimde akması, miskinlikten silkinip kurtularak; ‘üretmeye başlanması’ için örnek olması ümîdiyle…