“Panda’yı çok özlüyorum”

Panda’nın fotoğrafı ne yazık ki yok. Fotoğraftaki şahıslar Aşkabat’ta tanıştığımız iki Alabay.

Tuluyhan Uğurlu için yazılmakta olan “Allah Dört Duvar Sen ve Piyano” isimli kitaptan alınmıştır.

2000’li yılların başlarında taşındığı Beylerbeyi, Erenköy ve Bostancı’dan farklıydı. Burası geleneksel bir eski İstanbul kasabasıydı. Yeni tanıştığı bu yaşama uymakta gecikmedi. Artık bir balıkçı köyünde yaşar gibi geçiriyordu günlerini. Her gün yürüyerek sahile iniyor, esnafla şakalaşıyor, balıkçılarla sohbet ediyor, otoparklarda çalışanlar, pastanelerdeki garsonlar, eczanelerin kalfaları ile gerçek dostluklar kuruyor, yıllarca aradığı huzurlu hayatı yaşıyordu. Beylerbeyi sahili yeme içme bol olduğu için sokak hayvanları ile doluydu. Tüm restoranların önünde kediler bekleşirlerdi. Aşçının kedisi sadece kıyma yer, manavın kedisi mutlaka kuru mama ister, olmazsa aç kalırdı. Hepsi birbirinden güzel, hepsi birbirinden farklı yüzlerce kedi bu eski İstanbul semtinin güzelliği olmuş, insanlarla ortak bir yaşam kurmuşlardı. Balıkçıların yanı başında asla tezgahtakilere dokunmayan, kendilerine balık atılmasını bekleyen pisiler gelip geçenlere derin bir insanlık dersi verir gibi mağrur otururlardı…

Kedilerin arasında az da olsa onlarla uyum halinde yaşayan köpekler de vardı. Tuluyhan sokak hayvanlarının çoğunu tanır, onlarla görülemeyen bir iletişim kurardı ama biri vardı ki, diğerlerinden farklıydı. Sokak köpeği Panda’yı kendine benzetir ve diğer tüm hayvanlardan ayırırdı.

Panda Beylerbeyi’nin sevgilisiydi. İri yarı, beyaz kıvırcık tüyleri olan bu güçlü hayvan sanki bir sokak köpeği ile bir cins köpeğin aşkı sonucu dünyaya gelmişti. Ancak soylu anne ya da babasına hiç çekmemişti. Her türlü disipline karşıydı. Yıkanmaktan hoşlanmıyor, sadece yağmurlu günlerde tüylerinin ıslanmasına izin veriyor, deniz kenarında yaşamasına rağmen denizle ilgili şakalara da sinirleniyordu. Gece sabaha kadar semtin en uzak yerlerine kadar gidip bölgeyi kontrol altında tutan Panda, sabaha karşı yorgun, caddenin tam ortasında, semt karakoluna hâkim kaldırımın üzerinde uyuklarken hala buralara bekçilik ederdi.

Panda kimseye sırnaşmaz, iki lokma yemek için kuyruk sallamaya gerek duymazdı. Her zaman mağrur, koca cüssesi ile kendisini gerçekten sevenlerin çağrılarına kulak verir, yemek verilirse yer, olmazsa semtin tüm çöp kutularını restoran gibi kullanırdı.

Panda’nın kara sevdalı bir de aşığı vardı. Adına hiç uymayan minik cüssesi ile Efe, hayatı boyunca sahibi olmadan dışarıya çıkmamış bir ev köpeğiydi. Sahildeki emlakçının bürosundan kuş bakışı semti izleyen Efe, Panda’ya tutkundu. Bu kendisinin üç dört misli büyüklüğündeki sokak köpeğini görünce heyecanlanır, “Panda geliyor Panda” dedikleri anda Efe cama koşar bağırmaya başlardı. Panda ise umursuz belki de “Kim bu cırlak bağıran köpek… Neden buradan geçerken hep bağırır ki?” diye düşünürdü.

Çevrede oturan herkes sever de Tuluyhan bir başka severdi bu sokak köpeğini… “Tıpkı benim gibi, sabaha kadar dolaşıyor.” derdi. Tuluyhan’ın evi sahilden bir kilometre içerde olmasına rağmen Panda onun evini ziyarete gelirdi her gece. Tuluy, onun havlamasını duyunca cama koşar, açık camdan dakikalarca konuşurlardı. Gece boyunca havlayan her köpek onun için Panda’ydı. Mağrurca yanındakilere “Panda geldi…” derdi yakın bir arkadaşından söz eder gibi.

Aralarında öyle sırnaşık bir ilişki yoktu. Panda onun üzerine atlamaz, adını duyunca koşarak gelir, hemen yanına oturur, ellerini öne doğru uzatır, öylece kalırdı. Ondan ne ekmek ne de başını okşamasını beklerdi. Karşılıklı bakışırlar, Tuluyhan konuşur, Panda sessiz onu dinlerdi.

Panda ve Tuluyhan… İkisi de geceye sevdalıydı. İkisi de sessizlik içinde diledikleri sesleri duyar, karanlık içinde diledikleri görüntüleri görür, sabah ezanları okunup günün ilk ışıkları şehri aydınlatırken insanlara sabaha kadar bekçilik etmenin huzuru içinde uyurlardı. Güneş yükselince tekrar insanların arasına karışır, kimseden bir şey istemeden dolaşır, sevgi gördükleri yerde durur, kısa bir mola verir, sonra yine özgürce yollarına devam ederlerdi.

Panda geceleri kim bilir kimlerle dövüşürdü…Arada yara bere içinde sessiz, bir köşede saklanırken, sevenleri yaralarını iyileştirmek için tutup veterinere götürürler, yarası temizlenirken bağırmaz, hırçınlaşmazdı. Tüm sokak köpekleri gibi kendisine yapılan iyiliğin farkında, yardımına koşanın gözlerinin ta içine bakardı sevgi ve minnetle…

Panda diğer sokak köpeklerinin kaderini yaşadı. Zehirlenmedi ama bir gece özgürce sokaklarda dolaşırken bir otomobilin altında kalarak ezildi. Sokağı temizleyenler kim bilir onu nereye attılar… Ruhu uçup giderken gövdesi toprakla bile buluşamadı.

Panda özgürce yaşadı, boynuna hiçbir zaman tasma taktırmadı, buna karşılık yaşamı çok kısa sürdü. Tuluyhan bir gün sesinin titremesine mâni olmaya çalışarak, “Panda öldü…” dedi, o kadar. Yine çocukların yaptığı gibi kendini üzen şey hakkında fazla konuşmadı, Panda’nın adını bir kez daha anmadı.

Aylar sonra bir gün onun sabahları uyuduğu kaldırımın yanından geçerken sesi boğuk çıktı:

“Panda’yı öyle özlüyorum ki…” demekle yetindi…

2 Comments - Write a Comment

  1. Etkilendim. Bende çok çok seviyorum özellikle köpekleri
    Bu yeni web sayfanızı ve uygulamanızı çok beğendim
    Selam ve sevgiler

    Reply
    1. Çok teşekkür ederiz. Güzel bir şeyler yapmaya uğraşıyoruz.

      Reply

Yorum Yaz


*