Yazı: Aysel İnceoğlu 2001/Ankara
Yeryüzü seyirci koltuğu olsun, gökyüzü sahne. Fon da pürüzsüz mavi, geri planda çok ağır hareketlerle şekilden şekle giren beyaz kümeler. Önde bir piyano, kuşların çizdiği beklenmedik cıvıltılar. İster pencereden bak, ister karmaşanın ortasında başını yukarı çevir ve bak…İnşan şaşkına dönüyor, büyüleniyor adeta. İşte parantez içine alınan küçük izlenimlerim bunlar.
Kimilerini düşündürür, kimilerini yazdırır, kimilerine beste yaptırır, çaldırır. Gördüklerimiz ve görmediklerimiz hep insan için değil mi?
09 Kasım 2001 Cuma akşamı, ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezinde Atatürk Haftası olması sebebiyle Tuluyhan Uğurlu’nun gerçekleştirdiği konser çok anlamlıydı.
Başkent’in akşam saatlerine kadar yağışlı olmasına, memur eylemi için yürüyüşlerin olmasına, başka sanat kurumlarında çeşitli konserler olmasına rağmen ( Gazi Üniv. Müzik Fak. CSO’nun konseri, Bilkent Üniv. Müzik ve Sahne San. Fak. Periodik-Bilkent Senfoni Ork. Konseri vs.) ODTÜ salonu için tenha denemezdi. Böylesine anlamlı bir konserde vefalı Ankara sanatseveri
Tuluyhan’ı yalnız bırakmamıştı.
Sanat hayatına başladığı günden itibaren Avrupa ve Ortadoğu’da gerçekleştirdiği konserler ile ülkemizi uluslararası platformlarda temsil eden Tuluyhan Uğurlu’nun CD’leri de sanatseverlere sunulmuştu.
Başlangıçta bildiğimiz piyona resitallerini anımsatan sahnenin görünüşü,Tuluyhan’ın sahneye çıkışı ile değişti. Bir kez daha şunu anlamamıza yardımcı oldu : Bizlerin, sanatseverlerin bildiği konser piyanistleri, konser sanatçılarından farklı bir tarzı olduğunu bir kez daha kanıtladı. Konser salonlarını orkestra ve solist, şef yardımıyla zenginleştiren organizasyonlar artık anlamını kaybetmişti. Öyle ki Tuluyhan sadece kendisi ile sahneyi zenginleştirip, doldurmuştu. Piyanosunu çalarken adeta kimse yok gibi davranıyor öte yandan dinleyici ile arasındaki iletişimi farklı bir tarzda kuvvetlendiriyordu.
Oldum olası tek kişilik resitallerden hoşlanmamışımdır. Çünkü eserlerin tek başına bir anlam ifade edemediğini düşünürdüm. İşte bu konser, benim bu düşüncelerimi yok etti. Tuluyhan piyanosuna dokunurken adeta piyanosuyla alay ediyor sanki küçümsüyordu. Bu alay ve küçümseme konusunu yanlış anlamanızı istemem. Alay ve küçümsemeden kastım “onun için zorlanmaması” “basit görmesi” dir. Şundan emin oldum. Tuluyhan’ın dinlediğim CD’leri hariç, 1990 2001 tarihleri arasında bir tarih tam hatırlayamıyorum, Tuluyhan’ın Ankara’da dinlediğim bir konserden sonra dinlediğim bu ilk konser arasında çok fark var. Bir arkadaşım “Tuluyhan hep böylediydi, uçuktu biraz, hala böyle” dedi. Gerçekten kendini aşmış ve yenilemiş, uçmuş, Ona
kimsenin erişemeyeceğini düşünüyorum.
Yaratılmış ve yaratıcı olan, seyirci ve sanatçı olan aslında hep aynı insan. Yeteneğine, aldığı eğitim ve gösterdiği çabasına göre evrendeki rolünü yerine getiriyor. Temsile geldiğinde bazıları seyirci yerine geçiyor, bazıları sahneye. Sahnedeki yaptığı işe inanmalı, izleyenin bakışı özgür olmalı. Gökyüzünde, sualtında, ağaçta, çöplükte gördükleri gibi, sahnede de insana insan olma özelliklerini yaşatacak bir şeyler varsa, seyirci olmak çok hoş bir şey.