Aşağıdaki yazı Zeynep Değirmencioğlu’nun 2013 yılında Doğan Kitaptan çıkan Kainat Sensin isimli çalışmasının girişinden alınmıştır.
Son yıllarda değişim sözünü hemen her konuda duyar olduk. Zamanın daralması, günlük hayatın hızı, teknolojinin gelişimi vb. Bunların yanı sıra seller, depremler, hortumlar, kasırgalar dünyayı kasıp kavuran sarsıcı olaylar. Trafik kazalarının ve hastalıkların, terör saldırılarının artması yine olumsuzluklar arasında sayılır. Bu değişim sürecinde kimi kesim ‘kıyamet kopuyor’ inancına tutunup dünyanın sonunu beklerken; diğer bir kesim artan dünya nüfusu ve insan eliyle kirlenen doğayı temizlemeye, onarmaya yöneliyor. Nedir ‘bu değişim denilen olgu, neler olmakta ve neler olacak?’ sorularına en kadim ilimin fısıldadıklarını sizlere duyurmak adına, yılların birikiminden söz edeceğim. Dünya için bir şeyler yapmanın, insanlığın başlıca sorumluluğu olduğu inancına sahip bir birey olarak, astrolojinin rehberliğiyle araştırmalarımı, görüşlerimi sunmak ve bilgilerimi paylaşmak adına ben de bu kitabı yazmaya karar verdim.
Günümüzde okuryazar nüfusu çoğalsa da hala, ne kendini ne de dünyaya neden geldiğini sorgulamayan, yüceliğini kavrayamayan ve sadece doğmak, yaşamak, üremek ve çalışmaktan ibaret bir yaşama ait olduğu inancına sımsıkı sarılmış durumdayız. Diğer yandan da gerek tıpta, gerekse psikolojide davranışlarımızın karmaşıklığının nedenlerini arayıp durmaktayız. Hal böyle iken, arayışı daima kendimizin dışında, hep başkalarında görüyor olmamıza rağmen, bir türlü iç sesimizi duymamak için dışımızı süslüyor, giydiriyor, onarıyor ve bunlar için servet harcamaktan geri durmuyoruz. Adeta sırf daha yeni, daha moda diye gereksiz ihtiyaçlara yöneliyoruz. Hastalanmaktan ödümüz kopuyor fakat sağlıklı kalmak için alış verişe, arzu ve isteklerimize verdiğimiz emeği esirgiyoruz.
Genel yaşayış böyle iken zamanın önemini unutuyor, kıyametin kopmasını hemen bekliyor, bunun olmasından da ya aldırmazlığa ya da korkuya kapılıyoruz. Sanki kıyametin(!) olmasını durdurabilirmişiz gibi. Diğer yandan daha çok para, mal mülk, daha çok saygınlık, daha çok öne çıkmak ve varlığımızın önemli olduğunu anlamak için hayatımızı başkalarından takdir bekleyerek geçiriyoruz. Biz insanoğlu olarak, ‘dünya’nın bizlere sunduğu sonsuz olanaklara karşı ne yapıyoruz, ona nasıl davranıyoruz?
İnsan eliyle üretilen her türlü konfora bir bedel öderken bizden sadece düzenine saygı duymamızı bekleyen ‘dünya anaya’ bir şey ödemeyi, kestiğimiz ağacın yerine bir fidan dikmeyi, suyun akış yönünü kapatmamayı, bunun dünyaya karşı bir sorumluluk olduğunu asla göz önüne almadığımız gibi sonuçlarını hiç mi hiç düşünmüyoruz. Suya ve toprağa akıttığımız kimyasallar, deterjanlar, tarım ilaçları, orman yangınlarıyla yok olan, yapı taşları bozulan doğal denge, iyileşmek için kullandığımız çeşitli ilaçların suya ve tarım alanlarına verdiği zararlar pek umurumuzda değil. Bu türden eylemleri yapanlara tepkimizi etkili bir biçimde göstermeye de üşeniyoruz nedense. Elbette bu tespitleri yazdım diye dünyanın sancısı geçmeyeceği gibi azalmayacak da fakat belki bir yararı olur umuduyla insan olmanın sorumluluğunu vurgulamak düşüncesindeyim.
Yukarıda, gelinen noktada bazı olumsuz tespitlerde bulundum.’ Ne yapmalı?’ sorusuna nükteli bir hikâye ile de yanıt vermek isterim.
Bir zamanlar üç göksel kral varmış. Evrenin yaratılış sırrını insandan saklamak için üç parçaya bölmüşler ve dünyanın değişik yerlerine koymuşlar. Birini dünyanın merkezine, birini dünyadaki en yüksek dağın tepesine, bir diğeri de denizin en derin yerine bırakmışlar. Gökyüzüne çıkıp bakmışlar ve her biri yıldız gibi parlıyormuş. “Yok” demişler, insanlar bunları hazine zannederek arar bulur.” Böylece yaptıkları bu işten memnun olmamışlar. “Biz, en iyisi bunu nereye saklayacağımızı Tanrı’ya soralım” demişler. Baş meleğe isteklerini bildirip beklemişler. Baş melek Tanrı’nın cevabını bildirmiş: “Tanrı, üçe böldüğünüz parçaları toplamanızı ve insanın asla akıl edip bakmayacağı, aramayacağı yer olan kalplerine saklamanızı söyledi.”
Bu hikâyenin birçok değişik anlatımı bulunuyor. Her inanç, her kültür bu anlatıyı kendi yaşayışlarına uyarlasa da tek bir gerçek var; o da insanın yaratılmışlar arasında evrenin sırlarını biliyor olması. Öyleyse bu sır nerede ve bizler nasıl bulur da doğru kullanırız? Bu sır her birimizin hücrelerinde kodlanmış öylece keşfedilmeyi bekliyor. İnsan türü olarak her birimiz tek ve biricik önemde ve özellikteyiz.