Evliya Çelebi’nin İstanbul rotası

Kaynak: https://www.skylife.com/

Osmanlı padişahlarının tebdil-i kıyafet dolaşıp teftiş yaptıkları herkesçe malumdur. Rivayete göre, İstanbul fethedilip kent yeniden imar edildikten sonra Sultan II. Mehmed (Fatih) tebdil-i kıyafet kenti dolaşmış. Bu dolaşmalarından birinde kentin dışına (sur dışına) çıkmış. Gezip, dolaştıktan sonra kentin geceleri kapalı olan kent kapılarından geçip tekrar sur içine girmek istemiş Sultan. Fakat kapıdaki askerin direnişiyle kendisini tanıtmak zorunda kalmış. Daha sonra Fatih’in takdirini kazanan bu asker “yavuz er” olarak anılmıştır. Her ne kadar hikâyenin bu kısmı rivayet ise de Yavuzer Sinan’ın Fatih’in alemdarlığını yaptığı gerçektir ve Yavuzer, Fatih’in izniyle ikamet ettiği semte kendi adına bir camii yaptırmıştır.
Eminönü ve Unkapanı arasında kalmış bir semt olan Küçükpazar’da yer alan ve Sağırcılar Camii olarak da bilinen Yavuzer Sinan Camii ile içinde bulunduğu semt birçok önemli kişiyi yetiştirmiş ve içinde birçok hikâye saklamıştır. Bunlardan birisi Yavuzer Sinan’ın torunlarından, Topkapı Sarayı’nın Kuyumcubaşısı Derviş Mehmed Zıllî Efendi’dir. Fakat Mehmed Zıllî Efendi ve eserlerinden ziyade biz onun oğlunu daha çok tanımaktayız; yani Evliya Çelebi’yi!

EVLİYA ÇELEBİNİN İLK DURAĞI VE BİR RÜYA
25 Mart 1611’de atası Yavuzer’in yaptırdığı caminin yakınındaki evde dünyaya geldi Evliya Çelebi. Dolayısıyla Evliya’nın hayatı boyunca devam ettirdiği yolculuğun ilk durağıdır Yavuzer Sinan Camii ve civarı. Bu nedenle camiyi gezerken veya etrafındaki sokaklarda dolaşırken, Evliya Çelebi’nin de bu sokaklarda dolaştığını ve çocukluğunu geçirdiğini düşünmeniz sizi ona biraz daha yakınlaştıracaktır.

Evliya Çelebi’nin 10 ciltlik seyahatnamesine vesile olan hadisenin gerçekleştiği mekân ise, Yavuzer Sinan Camii’nden Eminönü istikametine gittiğinizde sahilde bulunan tek minareli, küçük ve sevimli bir cami olan Ahi Çelebi Camii. Evliya Çelebi 19 Ağustos 1630 gecesi Ahi Çelebi Camii’nde gördüğü bir rüya ile açıklar seyahatinin gerekçesini. Bu rüyada Hz. Muhammed’i gören Evliya, ondan “şefaat” isteyeceğine yanlışlıkla “seyahat” istemiştir. Böylece başlar Evliya Çelebi’nin büyük yolculuğu. Bu nedenle Evliya Yolu’nun ikinci durağıdır Ahi

Çelebi Camii.
Gördüğü rüya üzerine seyahat kararı alan ünlü gezginimiz, İstanbul’u karış karış gezmekle başlar yolculuğuna ve on yılda tamamlar İstanbul gezisini. Ardından 1640 yılında Bursa’ya gider…

İKİNCİ DURAK: SARAY
Eserinin birinci cildini teşkil eden İstanbul anlatımına İstanbul’un kuruluşundan başlar ve tarih boyunca gerçekleşen kuşatmalarla devam eder. Fakat biz bu kısımlarını atlayarak Evliya Yolu’na devam ediyoruz ve rotamızda Evliya Yolu’nun ikinci durağı “Saray” bulunmaktadır. Evliya Çelebi “mutluluk evi”, “demir kale” gibi benzetmelerde bulunmuştur Yeni Saray için (Topkapı Sarayı ismi 19. yüzyılda verilmiş bir isimdir. Osmanlı, daha ziyade Saray-ı Hümâyûn, Saray-ı Âmire veya Yeni Saray isimlerini kullanmıştır) ve şu ifadeleri kullanır: “…Ferhad gibi usta öyle yeni bir saray yapmıştır ki Âdem devrinden beri dünyanın mimar ve mühendisleri öyle gönül açıcı bir saray yapmamışlardır. Dünya seyyahları bu dünya yüzünde benzerini görmemiştir, zira deniz kıyısında olup iki tarafı deniz, kuzey tarafı Karadeniz, doğu yönü Akdeniz ve güney tarafı Ayasofya Camii’dir ki iki deniz arasında kurulmuş bir şehirdir… Bâb-ı Saadet’in (Topkapı Sarayı’nın üçüncü kapısı) iç yüzünde bir arz odası yaptı ki sanki Havernak Köşkü’dür. Bir Atmeydanı büyüklüğünde geniş bir avlunun doğu tarafında hoş bir hamam, ona bitişik hâs hazine, ona bitişik kuşhane, ona bitişik kiler odası, hazine odası, hâsoda, hünkâr camii, doğancılar odası, küçük oda, büyük oda, seferliler, hâs odalarını oluşturmuştur (Enderun’dan bahsediyor)… Ama bu sarayda harem yapılmamıştır. 

Daha sonra Süleyman Han (Kanuni) asrında harem yapıldı. Bu anılan büyük sarayın dört tarafındaki sağlam ve dayanıklı kale 366 burç ile 12 bin beden ile tamamlanıp sağlam kale olmuştur ki hiçbir memlekette benzeri yapılmamıştır… Bu Yeni Saray içinde 40 bin insan görevlidir ki hâlâ yazılması ve anlatılmasında dilin kısa kaldığı cennet bahçesi bir saraydır…”

ÜÇÜNCÜ DURAK: AYASOFYA
Evliya Yolu’nun üçüncü durağı ise sarayın hemen yanı başında yer alan ve İmparatorluğun ilk sıradaki protokol camii olarak kullanılan Ayasofya bulunmaktadır. Evliye Çelebi Ayasofya’yı da kendine has üslubuyla betimlemiştir: 

“…Ayasofya, İstanbul Kalesi’nin doğu tarafı Sarayburnu denizine 1.000 adım uzaklıkta yüksek bir tepe üzere göklere baş çekmiş yüksek bir kubbedir ki bu gün dahi öyle büyük bir kubbe yapılmamıştır… Anılan kubbelerin hepsinin içinde üstad nakkaş Erjenk Frenk Mânî Manastır adlı yaldızlı, altınlı resimler, garip şekiller, acayip sihirli melek ve insan resimleri yapmışlar ki hâlâ insafla bakan, hayretler içinde kalıp bütün şekilleri canlı sanır.

Bu şekillerden başka büyük kubbenin büyük ayaklarının yukarı tabakasının bitiminde dört köşede birer melek resmi vardır. Bilâ-teşbih biri Cebrail, biri Mikâil, biri İsrafil ve biri Azrail suretleridir ki hâlâ kanatlarını açıp dururlar ki boyları ve kanatları ile ellişer arşınlık acayip resimlerdir…

Ayasofya’nın kurşun temeli üzere 3 bin yüksek sütun üzere taklar ve tonoz kubbeler inşa ettiler ki altı su sarnıcı olup depremden etkilenmeyip korunmalı olması düşüncesiyle ilk temelini bu şekilde tamamladılar. Sarnıcını kırk çeşmenin suyuyla doldurdular. Ayasofya’nın tâ ortasında (ana girişin hemen önünde) bir bakır kapaklı kuyu ağzı vardır. Ondan kovalar ile su çekip cemaat içerek susuzluğunu giderirler…”

Evliya Çelebi’nin rotasına burada nokta koymak mümkün değildir elbette fakat Evliya’nın yarım asırlık yolculuğunun başladığı nokta olan İstanbul’la başlamak gerekir onu keşfetmeye.

Yorum Yaz


*