Kaynak: Sefa Yapıcıoğlu
https://alternatiftarih.com/
Ekmek, binlerce yıldır, insanoğlunun olmazsa olmazı, sofralarımızın vazgeçilmezi… Yeri gelmiş, işçiye doğrudan ücret, yatırımcıya kredi olmuş; yeri gelmiş, kraliçe kellesi almış!
Ekmeğin târihiyle ilgilenenler arasında, bu hayâtî besinin geçmişini, tam 50 bin yıl öncesine kadar götürenler var. Kimileri ise bu zaman aralığını,10 bin yıl civârında tutuyor. Bu târihten öncesinde ise insanların, palamut ya da kestâne ağacının tânelerini ezip ıslatarak ve ateşte tutarak, yenilir hâle getirdiği görüşü savunuluyor.
Eski Mısır’da Peksimeti Çok Olan, Zengin Sayılırdı
MÖ 9. bin yılda, küçük kızıl buğday, Orta Doğu’da ekilip biçilmeye başlanmış; fırınlar da ortaya çıkmıştı. MÖ 4.000’li yıllarda, Bâbilliler, özel fırınlarda ekmek pişirmeyi biliyorlardı. Sümerlerin beslenmesinde de arpa ekmeği, önemli bir yer tutuyordu. Mısırlılar, ekmeğe çok özel bir önem veriyorlardı. O kadar ki ölen kişi, “öbür dünyâda aç kalmasın” diye mezarına bir parça ekmek koyarlardı.
Yine bir dönem, piramit inşaatında çalışanlara ücretleri, bizâtihi ekmek olarak ödenirdi. Peksimet de üreten Mısırlılar arasında, peksimeti çok olan “zengin” sayılıyordu. Ekmek mayalama işlemini bulan Mısırlıların bu işlemini gören ünlü târihçi Herodot; “Diğer bütün insanlar, az olan gıdâlarının bozulmasından endişe ederken, Mısırlılar, hamurlarını bozulana kadar bir kenara koyarlar ve meydana gelen işlemi, zevkle izlerler.” demişti.
Yunanlılar, ekmek üretimini Mısırlılardan öğrenmişler; hattâ ilk dönemlerde Mısır’dan ekmek ithâlâtı bile yapmışlardı. Sınıfsal ayrımın çok keskin olduğu Eski Yunan’da ekmek, lüks tüketim maddelerinden birisi hâline dönüşmüş; fakirler, köleler ve esirler, değişik lezzetlerdeki ekmekleri değil, sâdece peksimeti tüketir olmuşlardı. Tuhaftır ki dönemin beyaz ekmeği, zenginlerin; siyah ekmek ya da peksimet ise fakirlerin sofrasında yer alırken, günümüzde ise bu döngü, tersine döndü. Bugün siyah ekmekler, sağlık ve benzerî gerekçelerle gelir durumu iyi olanların tüketim maddesi hâline dönüştü.
Eski Yunan’ın ayak izlerini tâkip eden Roma İmparatorluğu’nda da ekmek, en stratejik unsur olmuştu. Yine zenginler, iyi ekmekleri yiyor; fakirler, lezzetsiz ekmeklere tâlim ediyordu. Zaman zaman kitlelerde hoşnutsuzluk belirdiğinde ise imparator, şölenler düzenler; halka burada, şarabın yanı sıra güzel ekmekler de dağıtılırdı.
Kraliçe; “Ekmek Bulamıyorlarsa, Pasta Yesinler” Dememişti!
Avrupa’da Orta Çağ başlarken, Normanlar, ekmekçilikte çavdar kullanmaya, hamurlarını da yorgan altında fermente etmeye başlamıştı. Tuhaf deneysel çalışmalar yapanlar da yok değildi. Meselâ putperest İsveçliler / Vikingler, ekmek ununa Ren Geyiği kanı, Fransızlar ise öküz kanı katmayı denemişler ama bu girişimler, pek tutmamıştı. Yayvan ekmekler, revaçtaydı; çünkü hem tabak işlevi görüyor hem de lezzetle yenebiliyordu. Doğu Roma’da (Bizans) ekmek almaya gücü yetmeyenler için simit benzeri “boukellaton” ya da kalınca dilimlenmiş arpa ekmeğinden yapılma, sert “paximad” (peksimet) dağıtılırdı.
“İnsan ve Ekmek” başlıklı makâlesinde, ekmeğin Avrupa’daki stratejik önemi anlatan Dr. Murat Kuter, ilginç bilgiler veriyor. Buna göre; tıpkı Roma İmparatorluğu’nda olduğu gibi, Orta Çağ Fransa’sında da ekmek, toplumu derinden etkileyen bir gıdâydı. Kral XIV. Louis, ekmeğin bu önemini; “Bir ulusun ekmeğini kontrol eden kişi, bütün ulusa hâkim olmaya çalışan yöneticiden bile daha güçlüdür!” sözleriyle ifâde etmişti.
Gerçekten de krallık döneminde, Fransa’nın en güçlü kişileri, fırıncılardı. Ellerindeki buğday, un ve ekmeği, finansal bir değer olarak kullanır; kredileri, yine buğday, un veyâ ekmek (peksimet) olarak verirlerdi. Ekmeğin Fransa’daki etkisi o dereceydi ki; 1789 devrimi öncesinde, çok sayıda “ekmek isteriz” yürüyüşü yapılmıştı. Kadınların Versailles’a yaptıkları yürüyüş ise târihe geçen o meşhur söze, neden olmuştu ama biraz çarpıtılarak… Ekmek fiyatının düşürülmesini isteyen kadınların yürüyüşü üzerine, Fransa Kraliçesi Marie Antoinette’i’in; “Ekmek bulamıyorlarsa, pasta yesinler!” dediği, hep konuşuldu. Oysa Antoinette’in söylediği; “S’ils n’ont plus de pain, qu’ils mangent de la brioche”, yâni “Eğer ekmekleri yoksa, yağlı yumurtalı çörek yesinler”di. Muhtemelen devrim yanlıları, ajitasyona daha uygun bularak ve Kraliçe’nin sözlerini değiştirerek, dolaşıma sokmuşlardı.
Aslında Marie Antoinette’in sözünü çarpıtmaya gerek yoktu; çünkü söyledikleri, kendisine atfedilenden çok daha kötü ve duyarsızlık yüklüydü. Zîrâ Kraliçe, ekmek fiyatları yüksek diye yürüyüş yapan fakir insanlara, zengin işi bir hamurlu yiyecek öneriyordu. Marie Antoinette, bu sözünü de hatırlatan kalabalığın laf atmaları, uğultuları arasından geçerek, 16 Ekim 1793 sabahında, Devrim Meydanı’nda giyotinle îdâm edildi. İngiltere’de de XIX. yüzyılda, birkaç kez “ekmek ayaklanması” görülmüştü. Ekmek fiyatlarının yüksekliğinden şikâyetçi olan kitleler, ayaklanmış; her defâsında da yönetim, fiyatları düşürmek zorunda kalmıştı.
İngiltere’de Ekmek Hırsızları, Galler’e Sürgüne Gönderilirdi
Avrupa genelinde, ekmek üretiminde hiçîleye başvuranlara, ağır cezâlar veriliyordu. Sahtekâr fırıncılar, ulu orta kırbaçlanır; sokaklarda süründürülür ya da ömür boyu, meslekten men edilirdi. Ekmek çalmanın cezâsı da çok ağırdı. Ekmek hırsızları, Galler’e sürgüne gönderilirdi.
1859 yılında, Fransız bilim adamı Louis Pasteur’ün fermantasyon alanında yaptığı araştırmalar, mayalanmaya yepyeni bir boyut kazandırdı. Daha sonra, katıksız maya parçacıkları elde edildi; mayanın dayanıklılığı arttı, bu da endüstriyel fırıncılığın yolunu açtı.
Osmanlı Devleti’nde, Sarayın Tükettiği Ekmeğe; “Has Ekmek” Deniyordu
Türklerde ekmek, yerleşik yaşama geçmeden önceki göçer dönemde, alttan yanan sacda mayasız olarak yapılır ve buna yufka veyâ lavaş adı verilirdi. Osmanlı döneminde buğday, devletin tekelindeydi. Evliyâ Çelebî, Seyâhatnâme’sinde; döneminde fırıncı esnafının, bine yakın dükkânda, 10 bin civârında çalışanla hizmet verdiğinden söz etmektedir.
Yeniçerilerin ekmeğine; “fodla”, Osmanlı sarayında pişen ekmeğe “has ekmek”, halkın tükettiği ekmeğe ise “harcı” deniyordu. Türkiye’de 1970’li yılların ortasına dek, ekmek üretimi geleneksel ve yarı endüstriyel yöntemlerle üretilirken, yavaş yavaş tam endüstriyel fırıncılığa geçilmiş; ekmek üretimi, lezzet ve biçim olarak çeşitlenmiştir.