
Doğada saf olarak bulunabilen nadir metallerden ve maden mühendisliğinin konu alanlarından biri olan bakır, iletkenliği çok iyi, kolay işlenebilir ve eski çağlardan beri türlü işlerde kullanılan sarı-kızıl renkli bir elementtir. Özellikle ısı ve elektriği çok iyi iletmesi, bakırı elektrik-elektronik alanında hakim ve tüm dünyada vazgeçilmez kılmıştır.
Tarım sahasında da bakır önemli bir yere sahiptir. Bağcılıkta bakırın bileşiklerinden olan bakır sülfat yani göz taşı mikroorganizmaları yok etmek için kullanılırken, bunun yerine oksitli bakır klorür de alternatif olarak yer almaktadır.
Eski Türkçe olan “bakır” sözcüğünün yazılı kaynaklarda geçen ilk kullanımı, 8. yüzyılla tarihlendirilen Yenisey Yazıtları’nda “bakırı bunsız erti [bakırı sınırsız idi]” şeklindedir. Orta Asya’dan Anadolu’ya gelmiş olan bakır, kap kacak kültürünün temel gereçlerinden küçük kazan anlamına gelen ve bazı yörelerimizde helke diye adlandırılan araçlarda kullanılır. İçerisine süt, yoğurt, yağ, bal, hoşaf, pekmez gibi kültürümüze ait temel besinler konulup taşınan “bakraç” sözcüğünün de ‘bakır’ sözcüğüyle aynı kökten olduğu bilinmektedir.
Türk askeri müziğinin oluşmasında temel teşkil eden bakırdan yapılma çalgı ve borunun tarihte ilk kullanımının Türklere ait olması ve çeşitli evrelerden geçip Anadolu’ya gelerek mehtere girmiş olması da, bakırla olan toplumsal münasebetin yalnızca mutfakla sınırlı olmadığını göstermektedir. Farsça’da Türk düdüğü manasına gelen “nay-i Türkî” ifadesi bu çalgıyı Orta Doğu’ya Türklerin getirdiğine işaret eder.
Altaylardaki Teleüt Türklerinde (Rusya’nın Kemerova Bölgesinde yaşayan Türk topluluğu) “yees komurgay” adı verilen bakır kavalların oluşu, madenden yapılma üflemeli çalgıların Türk geleneğinde bulunduğunun göstergelerindendir.
Kadim Anadolu Türk sanatlarının en çok bilinenlerinden biri olan bakırcılık, bakırın başka metallerle girebildiği alaşımlar sayesinde yaygın bir kullanım kazanarak hem geçmiş hem de günümüzde yeri azımsanmayacak kadar köklü bir niteliğe sahip olmuş ve mutfaklarımıza sini, lenger, ibrik, cezve, çaydanlık, güğüm, bakraç, maşrapa şeklinde girmiştir.
Bakır eşyaların kullanımının bir zamanlar çok yaygın oluşu, kimilerinin çocukluğuna dek uzanır. Öyle ki kalaycılıkla geçimini sağlayanların sokak sokak dolaşarak, ‘kalaycı geldi’ diye seslenişleri ve her sokak kuytusunda o gün akşama dek yaktıkları ocaklarla yanı başlarına dizdikleri bakır kap kacakları kalaylamaları hafızalara kazınmış anılardandır.
Bakır, ülkemizin hemen her yöresinde önemli bir geçim kaynağı olmuştur. Anadolu’da çok eski tarihlerde bakır madeni üreten belli başlı üç ocak olduğunu yazılı kaynaklardan öğrenmekteyiz: Bunlardan biri Ergani yöresindeki Zülkarneyn Kalesi yakınlarında bulunan daha önce 1122 tarihinde keşfedilen maden ocağı. Yine aynı dönemde Erzincan ve Kastamonu’daki bakır üretimi ve üretilen bu ürünlerin dış ülkelere ihraç edilmesi. Öte yandan Diyarbakır, Gaziantep, Adıyaman, Kahramanmaraş ve Kilis’teki bakırcılığın MÖ 7-5 bin tarihlerine dayandığı bilinmektedir. Özellikle Gaziantep’te üretilen ve dünyada örneği olmayan desenlerin hayranlık uyandırması, yöre bakırcılığını turizme dahil etmiş, yörenin sahip olduğu zengin mutfak kültürü de bakır kap kacak kullanımıyla eş zamanlı ilerlemiştir. Şehirlerin ruhunu oluşturan unsurlardan bakır dövme sesleri ve kalay ocaklarının varlığı, Anadolu’nun temel geçim kaynakları arasında yer almış olan bakırcılık geleneğinin günümüze kadar ulaşan değerleridir. Nitekim eski Ankara’nın da temsillerinden olan bu gelenek, Ankara Kalesi’nde ve Kale mahallesine bağlı Çıkrıkçılar Yokuşu’nda halen az da olsa sürdürülmekte ve tecrübeli ustaları tarafından kendine has ev eşyaları yapılagelmektedir.
Yöre bakırcılığında bir zamanların önemli merkezlerinden ve geçim kaynaklarından olan Ankara bakırcılık geleneğini ve bakır sanatını, Ankara ili Kale mevkiinde bakırcılık yapmakta olan Varol Küçük namıdiğer Levent Usta ile Türk Tarım Orman Dergisi için konuştuk.